İfade | Anlam | Etiketler |
---|---|---|
kelalaka | "İlgisi yok, ne ilgisi var" anlamlarında kullanılan bir söz | |
kelam sallamak | Anlamlı, güzel bir söz söylemek | deyimhikmet sıçmak |
kelav | Orospu, fahişe | isim |
kelebekçi | Otomobil soyan kimse, otomobil faresi. (Özellikle, kelebek camından yararlanarak otoya giren soyguncu) | isim |
keleğe bağlamak | Daha doğru bir tutum uygulamak varken riske girmek | deyim |
keleğe gelmek | (Birisinin) Uygunsuz bir davranışından olumsuz etkilenmek | deyim |
kelek | Aptal, salak olan (kimse) | |
kelek atmak | birisini beklemediği anda hile ve dalavere yaparak zarara sokmak | |
kelek ayak | Uygunsuz davranış, kötü tutum, hile, dalavere | deyim |
kelek yapmak | oyunbozanlık etmek | |
keleklik | KELEK'in (bakınız) niteliği; durumu; keleğe özgü davranış | isim |
keleş | Otomatik piyade tüfeği; Kalaşnikov; AK47 | |
keleşi | Otomatik tüfek; AK-47 | |
keli görünmek | kusuru ortaya çıkmak | |
kelik | Eski ayakkabı | |
kelkem | Kötü, fena | sıfat |
kelle | Salak, kafası çalışmayan kimse | |
kelle kebap | 'Çok sarhoş' anlamında kullanılır | deyim |
kelle olmak | Çok sarhoş olmak | deyim |
kelleye masraf etmek | Berbere gidip traş olmak (özellikle saç traşı) | deyim |
keltoş | Saçsız, dazlak, kel (kimse) | sıfatisim |
kem göz | Baktığı kimseye zarar verdiğine veya nazar değdirdiğine inanılan göz; kötü göz | |
kem gözlü | Baktığı kimseye zarar verdiğine veya nazar değdirdiğine inanılan (kimse) | |
kemaliafiyet | ağız tadı | |
keman çalmak | Kaşınmak | deyim |
keme | Büyük sıçan | |
kementçi | eski. Hileci kumarbaz | isim |
kementlemek | (iskambille oynanan kumarda) Kâğıt dizerek, kâğıt çalarak rakibini yenip bütün parasını almak | fiil |
kemerli | Kavisli olan | sıfatisim |
kemik | Tavla, barbut vb. oyunlarda, zar | |
kemikleşmek | Sert, değişmez bir durum almak | |
kemikli | Çok zayıf, sıska – | |
kemiksiz | Kesin, net, açık olan | |
kemirdek | Kuyruğun iskeleti | |
kemre | gübre | |
kemrelemek | gübrelemek | |
kendi kendine film olmak | (Birisi) Tek başına, ilginç olaylar yaşamak | deyim |
kendine gel! | "aklını başına topla" anlamında kullanılan bir uyarma sözü | |
kendini fasulye gibi nimetten saymak | kendini çok önemli biri gibi görmek | |
kendirli | Yoksul (tutuklu); parasız (mahkûm) | sıfatisim |
kendisini dağıtmak | Sevinç, üzüntü, umutsuzluk gibi ruhsal, içki, uyuşturucu kullanma gibi fizyolojik nedenlerle, kişiliği ve davranışları çok değişmek; kapıp koyvermek | deyim |
kene | para – | |
kene göz | Çok küçük gözlü (kimse) | |
kenef | tuvalet – | sıfatisim |
kenef sazlığı | Seyrek bıyık; kılları sık olmadığı halde bırakılmış, üst dudağı örtmeyen bıyık | deyim |
kenetlemek | Birbirine geçirerek bağlamak – Peyami Safa | |
kenetlenmek | Bir konuda aynı tutum ve davranışı göstermek | |
kenetli | Birbirinin içine geçerek sıkıca kapanmış | |
kepçe | Çok büyük kulaklı (kimse) | |
kepçe kuyruk | Başkalarının sırtından geçinen (kimse) |