İfade | Anlam | Etiketler |
---|---|---|
kıçının çatalını indirip bindirmek | Kırıtmak | deyim |
kıçının kılları ağarmak | Yaşlanmak, çok ihtiyarlamak | deyim |
kıçının kıllarıyla balık avlamak | Çok şanslı olmak; şansı şaşılacak kadar iyi gitmek | deyim |
kıçüstü oturmak | herhangi bir konuda yenilmek, umduğuna ulaşamamak | |
kıkırdamak | Kıkır kıkır gülmek | fiil |
kıl | Huysuz, geçimsiz olan (kimse) | |
kıl atmak | Can sıkacak, ortalığı bulandıracak bir söz söylemek ya da bir davranışta bulunmak | deyim |
kıl çekmek | Dalkavukluk etmek, yaltaklanmak | deyim |
kıl kapmak | Huylanmak, tedirgin olmak, kuşkulanmak | |
kıl olmak | kıl kapmak | |
kılavuz | Ruhsal ve zihinsel bakımdan yol gösteren, ışık tutan kimse | |
kılbaz | dalkavuk | isim |
kılçıklı | pürüzlü | |
kılçıksız | pürüzsüz | |
kıldan tüyden | Önemsiz, sıradan – | deyim |
kılefte | Hırsızlık. Özellikle planlı, programlı hırsızlık | isim |
kılefteci | Hırsız | isim |
kıleftecilik | Hırsızlık. Dolandırıcılık | isim |
kılıç çekmek | ||
kılıç kında | 'Cinsel ilişki anında, duhul halinde' anlamında kullanılır | deyim |
kılıçlamak | 'Kılıç' (en basit iskambil oyunu) oynamak | fiil |
kılıf | Yolsuz bir işe bulunan sudan gerekçe | |
kılık | Bir kimsenin resmi, fotoğrafı | |
kılık kıyafet düşkünü | Giyecekleri eskimiş veya kötü olan kimse | |
kılıktan kılığa girmek | sık sık düşünce değiştirmek | |
kıllanmak | Şüphe etmek | |
kıllı | İskambil kâğıtlarında, değeri on olanlar: Onlu, vale, kız, papaz | sıfatisim |
kıllık | Kıl (bakınız) olma durumu; kıl niteliği | isim |
kına | Esrar, toz esrar | isim |
kına (veya kınalar) yakmak (veya koymak veya sürmek veya vurmak veya yakınmak veya yakılmak) | birinin düştüğü kötü duruma çok sevinmek | |
kınalı | Altın; altın para | isim |
kınalı kuzu | Askere gönderilen gençlere verilen ad | |
kıpkızıl | Çok fazla – Faruk Nafiz Çamlıbel | |
kırağıya kabak yetiştirmek | Yaşlanmışken çocuk sahibi olmak | deyim |
kıral | Çok iyi nitelikli, üstün özellikler taşıyan, yaşam koşulları elverişli (kimse) | sıfatisim |
kıraliçe | Sterlin, pound; İngiliz kâğıt parası | isim |
kıravat | ||
kırba | Çok içen, çok içmiş, sarhoş kimse | isim |
kırçoz | Saçı sakalı ağarmış (kimse); ihtiyar | sıfatisim |
kırdı kaçtı | Kabadayı | deyim |
kırık | (Erkek veya kadın için) Dost, metres, sevgili – | |
kırık dökük | Üzüntü içinde olan | |
kırıklanmak | Âşık olmak | fiil |
kırıklı | Sevgilisi, dostu, zamparası olan (kadın, kız) | sıfatisim |
kırıklık | güceniklik | |
kırılmak | Soğuk, rüzgâr vb. eski gücü kalmamak, azalmak, yatışmak | |
kırıntı | Küçük tanelere ayrılmış esrar | isim |
kırışmaca | paylaşma | |
kırışmak | Bir şeyi eşit olarak paylaşmak | |
kıristal | Kokain | isim |