giyimi güzelce, ama bulunduğu yere ya da kendisine yakışmayan kimse
Etkisi azalmak
Bir kimse sevimli, hoşa gidecek bir duruma gelmek
Çok miktarda ve sık düşen, gelen şey
bir şeye hayran kalındığında söylenen bir söz –
Bir işi çok çabuk yapma, acele etme
| İfade | Anlam | Etiketler |
|---|---|---|
kemirdek | Kuyruğun iskeleti | |
kemre | gübre | |
kemrelemek | gübrelemek | |
kendi kendine film olmak | (Birisi) Tek başına, ilginç olaylar yaşamak | deyim |
kendine gel! | "aklını başına topla" anlamında kullanılan bir uyarma sözü | |
kendini fasulye gibi nimetten saymak | kendini çok önemli biri gibi görmek | |
kendirli | Yoksul (tutuklu); parasız (mahkûm) | sıfatisim |
kendisini dağıtmak | Sevinç, üzüntü, umutsuzluk gibi ruhsal, içki, uyuşturucu kullanma gibi fizyolojik nedenlerle, kişiliği ve davranışları çok değişmek; kapıp koyvermek | deyim |
kene | para – | |
kene göz | Çok küçük gözlü (kimse) | |
kenef | tuvalet – | sıfatisim |
kenef sazlığı | Seyrek bıyık; kılları sık olmadığı halde bırakılmış, üst dudağı örtmeyen bıyık | deyim |
kenetlemek | Birbirine geçirerek bağlamak – Peyami Safa | |
kenetlenmek | Bir konuda aynı tutum ve davranışı göstermek | |
kenetli | Birbirinin içine geçerek sıkıca kapanmış | |
kepçe | Çok büyük kulaklı (kimse) | |
kepçe kuyruk | Başkalarının sırtından geçinen (kimse) | |
kepçeburun | Bir tür yaban ördeği | |
kepçelemek | (Bir kızı, bir kadını) Arkadaşlık etmeye, birlikte olmaya razı etmek; tavlamak | fiil |
kepçeye çıkmak | Bir kızı, bir kadını kepçelemek için turlamak, otomobille gezinmek | fiil |
kepir | Çorak, çamurlu, verimsiz toprak | |
kerata | Karısı tarafından aldatılan erkek | sıfatisim |
keres | Büyük ve derin karavana | |
kereste | kalas – | |
kereste müdürü | Kereste'den (bakınız) bile görgüsüz, bilgisiz, kaba kimse | deyim |
keresteli | İri yapılı | |
kereviz | Aptal; değersiz (kimse) | sıfatisim |
kerez | eski. Yiyecek içecek sunma, ikram | isim |
kerhaneci | Kızgınlıkla söylenen bir sövgü sözü – | |
keriz | Kolayca kandırılabilen kimse; aptal | |
keriz atmak | Çalgı çalmak, Çalgı çalıp oynamak, göbek atmak | deyim |
keriz etmek | Çalgı çalmak; çalgı çalıp oynamak | deyim |
keriz havası | Oyun havası, raks müziği | deyim |
kerizan | Müzisyen(ler), çalgıcılar) | isim |
kerizci | çalgıcı | isim |
kerize bayılmak | Kumarda para kaybetmek. | deyim |
kerize taş atmak | edepsiz bir kimseye edepsizliğini göstermeye fırsat vermek | |
kerizettin | Allahın aptalı, çok enayi kimse | isim |
kerizi uyuzlanmak | Kalabalıkta, bir yankesiciden kuşkulanıp üstünü başını kontrol etmek | deyim |
kerizlemek | Çalgı çalmak, çalıp oynayarak eğlenmek | fiil |
kerizlenmek | Keriz (bakınız) yerine konmak; aptal yerine konup aldatılmak | fiil |
kerizlik | Keriz (bakınız) olma durumu; kerizin niteliği; kerizce davranış (sözcüğün aptal, saf vb. anlamlarından) | isim |
kerkenez | Aptal, hödük, haddini bilmez kimse – | isim |
kerpiçleşmek | İyice yerleşmek – | |
kerrut | eski. Pezevenk, muhabbet tellalı | isim |
kertan | eski. Kaygılandırıcı, korku verici, netameli | sıfat |
kertenkele | Fuhuş aracısı; pezevenk | isim |
kerteriz etmek | Dikkatle bakmak; süzmek, kollamak; durumu anlamak için dikkat kesilmek | deyim |
kertici | ||
kertmek | (Özellikle kalabalık kamu ulaşım araçlarında) Kasığını birisinin kalçalarına dayayıp sürtünmek | fiil |