| İfade | Anlam | Etiketler |
|---|---|---|
kösteklemek | Bir işi yürümez duruma getirmek, engellemek – | |
kösteklenmek | Bir iş yürümez duruma getirilmek, engellenmek – | |
köşe | Kuytu, tenha veya ücra yer | |
köşe olmak | köşeyi dönmek | |
köşebaşı | Önemli makam | |
köşeli | Sümük; parmakla oynanan sümük | isim |
köşeyi dönmek | hiçbir çaba göstermeden kısa sürede zengin olmak | |
kötü kalpli | Herkesin kötülüğünü isteyen, başkaları için kötülük düşünen; fena kalpli | |
kötü yol | Yasalara ve ahlak kurallarına aykırı hayat tarzı | |
kötürüm | İşleyemeyen, iş yapamayan | |
kötürüm olmak (veya kalmak) | güçsüz kalmak – | |
kötürümleşmek | Algılama özelliğini kaybetmek – | |
kötüye boğmak | Aldatmak, iyinin getirmek | deyim |
kötüye boğulmak | Hileye aldanmak | deyim |
köylü | Şehir yaşayışının gerektirdiği incelik ve titizliği gösteremeyen (kimse) | |
kral | ||
kraliçe | İngiliz sterlini | |
kravat | ||
kredisiz | Güvenilmeyen, itibarsız | |
kriko | Cinsel duyguları uyandıran, cinsel isteği artıran yiyecek, içecek, ilaç vb.; afrodizyak | isim |
kristal | ||
kriz | Bir ülkede veya ülkeler arasında, toplumun veya bir kuruluşun yaşamında görülen güç dönem; bunalım, buhran – | |
kriz geçirmek | bunalım içinde bulunmak | |
krize gitmek | (Uyuşturucu müptelası) Uyuşturucu bulamayacağını bildiği bir yere gitmek | deyim |
kubar | Esrar; toz halindeki esrar | |
kubarmak | Hindi veya güvercinin tüyleri kabarmak | |
kubat | Kaba, kaba saba | sıfat |
kucağına oturmak | yaltaklanmak | |
kucak | Herhangi bir durumun veya şeyin sınırlarının arası, iç – Ruşen Eşref Ünaydın | |
kucak dolusu | Pek çok, pek bol | |
kucak kucağa | İç içe, yan yana, beraberce – | |
kucak kucak | Bol bol – | |
kuçmak | kucaklamak – | |
kudur | Yüz kuruşluk kâğıt para | isimeski |
kudurlu | Zengin, paralı kişi | isimeski |
kudurmak | Aşırı davranışlarda bulunmak, taşkınlık göstermek – Ömer Seyfettin | |
kuduz | Silme kel (baş) | sıfatisimeski |
kukla oynatmak | (İskambil oyunlarında) Kaş göz işareti ya da el işaretiyle, kendi kâğıdını eş tutulmuş oyuncuya ya da başkasının kâğıdını diğer bir oyuncuya belli etmeye çalışmak | deyim |
kuku | Dişilik organı, vagina | isim |
kukurik | Uyku; uyuma | isim |
kukurik naşlatmak | Uyumak | deyim |
kul taksimi | Herhangi bir konuda eşit olarak yapılan bölüştürme, Allah taksimi karşıtı | |
kulağı kesik | Bir konuda zamanla deneyim kazanıp ustalık edinmiş kimse | deyim |
kulağı tıkalı | Dinlemek istemeyen | |
kulağının arkası kalmak | ||
kulak | Seslerin uygunluğunu seçebilme ve değerlendirebilme yeteneği | |
kulak delmek | (Kumar oynayan kişiye) Kendisine hile yapıldığını belli etmek, söylemek | deyim |
kulak misafiri | Yanında konuşulanları konuşmaya katılmadan dinleyen kimse | |
kulaklı | Bir tür kama; iki yanı da keskin, büyük bıçak | isim |
kulaktan dolma | Başkalarından işitilerek edinilen (bilgi) – |